Üye ol
Şifremi unuttum | Onay kodum gelmedi
Yardım

Red Alert 3 Efsanevi oyun sonik saldırılara hazır olun
FuSHeR
Üye
FuSHeR

Puan: 403

FuSHeR şu anda çevrimdışı
Gönderilme Tarihi: 10 Ekim 2010 05:47:21

Sene 1997, kendime ait ilk Pentium bilgisayarımı alalı bir yıl olmuş anca (daha doğrusu babama aldıralı), sınıfta arkadaşların elinde dolaşan bir CD var, kapağı kırmızı, orak çekiç var, üzerinde de “Red Alert” yazıyor, o zamanlar en tepedeki “Command & Conquer” ibaresine dikkat etmiyorduk çünkü pek de anlamamıza el vermiyordu İngilizcemiz. İdeolojik ve merak unsurları ile arkadaşın elinden kapıp eve gidince girmiş oldum ben de Red Alert dünyasına. AoE’dan zevk alamamış birisi için ilaç gibiydi Red Alert, dahası imkansızı başarmamıza yol açmıştı o oyun. Daha internet evlere girmemişken karşılıklı oynuyorduk evlerimizden. Aynı haritayı açıp aynı kazanma koşulları ile oynuyorduk, ilk bitiren telefon açıp diğerine haber veriyordu. Sonradan karşılıklı oynamanın daha farklı bir şey olduğunu ve internet gerektirdiğini öğrendik, ama olsun biz öyle de zevk alıyorduk. Yıllar geçtikçe bir yandan ülke olarak sektörü daha bir kapsamlı öğrenmeye başladık bir yandan da bireysel olarak oyunlara git gide daha çok vakit ve nakit ayırır olduk.



Sadece Red Alert ile sınırlı değilmiş seri meğerse, Tiberium serisi de varmış. Sonra genişleme paketleri ve ek görevler çıktı, sıkılmadan, bıkmadan oynadık durduk. Aradan 3 yıl geçti ve büyük bir sükse ile Red Alert 2 çıktı, ne çıkıştı ama, o ne güzel birliklerdi, ne güzel bir oynanış ve Amerika’yı işgal eden Sovyetler ile oynamanın verdiği o duygusal tatmin. Ardından bir ek paket çıktı ve Yuri’nin intikamının acı olduğunu kanıtladık. Derken Westwood EA tarafından satın alındı, önce Generals ile hayal kırıklığı yaşadık (tamam oyun güzeldi ama beklediğimiz şey o değildi), hoş o dönem strateji ve RPG dalında herkes bir karmaşa içindeydi, iki boyutlu izometrik taraftarları ve üç boyutlu taraftarları bir türlü anlaşamamaktaydı. Sonunda unuttuk, unuttuk dostlarım, Red Alert, USB flash disklerimizde, MP3 oynatıcılarımızda taşınan bir oyun oldu ama giderek unuttuk. Çünkü devir değişmişti, yeni nesil denen o iki kelime aklımıza girmişti, artık bugünün koşullarında bir Red Alert görmenin vakti gelmişti, dile kolay, sekiz sene oldu neredeyse Red Alert adını taşıyan yeni bir oyun çıkalı. Ama zaman kötüydü artık, Electronic Arts, Westwood’u kapatmıştı ve yeni Red Alert’in EA Los Angeles stüdyosu tarafından yapılacağını duyurmuştu. Tamam, EA LA aslında kapatılan Westwood ve Westwood Pacific stüdyolarının arda kalan çalışanlarını içeriyor, ama hepimiz asıl Westwood ekibinin çoktan bırakıp gittiğini biliyoruz. Ve sene oldu 2008, tam on bir yıl sonra tekrar aynı heyecanla oturdum üzerinde Command & Conquer: Red Alert 3 yazan oyunun başına…



Öncelikle söylemeliyim, World of Warcraft’tan nefret ediyorum, özellikle de grafiklerinden ve çiğ, çizgi film stilinden, ve kendini ona benzetip satmaya çalışan oyunlardan da nefret ediyorum, yeni nesil grafik ve teknoloji çağında gidip yıllar öncesinin teknolojisine sahip bir oyunu taklit ederek pastadan pay kapmaya çalışan yapımcıları da kınıyorum. Bu tür grafik konseptleri ile karşıma çıkan hiçbir oyuna da acımam. Acımazdım. Ta ki Red Alert 3’ü görene kadar. Duygularım çok karışık, inanılmaz hem de. Bir türlü doğru dürüst bir karara ve yargıya varamıyorum. Elimden geleni yapacağım yine de.

Red Alert daha ilk oyundan itibaren hafif fantastik bir senaryosu olan bir RTS idi. Hatırlayamayanlar için belirtelim, ilk oyunda Einstein zaman yolcuğunu icat edip geçmişe giderek Hitler’i ortadan kaldırıp tarihi değiştirmeyi deniyordu. Aslında hepsi yolunda gitmişti, sadece Almanya ortadan kalkınca Sovyetler dünya egemenliğine soyunmuştu o kadar. Dünya Sovyetler ve Müttefikler olarak ikiye ayrılmış ve bize de istediğimizi seçip savaşmak ve zafere ulaşmak kalmıştı. İlk oyun için alternatif İkinci Dünya Savaşı diyebiliriz, 1945 sonrasında geçmesi ve o dönemin tarzına sahip olması bunu ele veren öğelerdi. Sonra savaşa doymayan Sovyetlerin Romanov önderliğinde ve psişik Yuri yardımıyla ABD’ye saldırısını gördük, Yuri ayrıca kendini gösterip herkese meydan okudu zihin kontrolü yetenekleri ile. İkinci oyun ciddiyet konusunda ilkinden oldukça farklıydı. Zaman yolculuğu ve alternatif gelecek çok absürd şeyler değil ne de olsa, en azından çok daha absürd olabilecek şeyler var dünyada başka. Ancak üçüncü oyun ile hiç görmediğiniz bir Red Alert gelmiş.



Sonik saldırılar yapan eğitimli yunuslar, dev mürekkep balıkları çok sırıtmıyordu, Yuri meselesi evet ilginç bir fikirdi, yine de hepsi ilk oyunun K9 köpekleri yanında fantastik kalıyordu. Electronic Arts Los Angeles stüdyosu önceki oyunlardaki absürdlüğü ve fantastikliği sıfıra indirmiş Red Alert 3 ile. Karşımızda zırhlı ayılar var paraşütle yere inen, dönüşebilen Japon mecha robotları etrafı darma duman ediyor, kısa etekli Japon liseli kızlar havada uçarak psişik güçlerini kullanıyor, Rushmore dağı ise aslında gizli bir askeri üs ve Abraham Lincoln’ün heykeli gözlerinden ölümcül lazer ışınları saçıyor. Ve evet zırhlı ayılar var. Ayı. Zırhlı. Pardon bir an kendimi kaybettim. Red Alert 3 herşeyden önce bayatlamış bir senaryo ile gelişiyor. Bu sefer Sovyetler bir zaman makinesi geliştirip geçmişe giderek Einstein’ı ortadan kaldırıyorlar. Einstein olmayınca Müttefik kuvvetlerin zayıflayıp Sovyetler Birliğinin dünyaya egemen olacağını düşünüyorlar. Ancak her defasında olduğu gibi bu sefer de işler biraz ters gidiyor ve Japonya, yani oyundaki adıyla Empire of the Rising Sun, Sovyetlere saldırıyor ilginç ordusu ile. Tabii bundan önce olması gereken Pearl Harbor baskınını Japonlar değil Amerikalılar yapıyor Hawaii’ye. Böylece de bir başka alternatif tarih senaryosu karşımıza çıkıyor. Bu sefer olabildiğince ciddiyetsiz, hatta geyik ve Turist Ömer Uzay Yolunda konsepti ile çıkıyor. Teknoloji çok daha çarpık ve abuk, karakterler bir o kadar abuk, senaryo zaten yok, açıkçası bu oyunu oynamama vesile olan iki şey var, Red Alert ile aramızda bulunan mazi ve oyunun gerçek zamanlı video ara sahneleri.


İlk oyundan beri Red Alert animasyon yerine gerçek zamanlı videoları kullanmıştır. İlk başlarda bunun çok masum bir sebebi vardı, çünkü kaliteli animasyonlar yapmaktan daha ucuza geliyordu standart bir film gibi çekip koymak. Ancak sonradan bunun nasıl eğlenceli olduğunu ve fanların hoşuna gittiğini anlayınca yapımcılar tüm C&C oyunlarına bunlardan koymaya karar verdi. İkinci oyunda Tanya ve Liutenant Zofia oldukça ilgisini çekti erkek oyuncuların. EA de bunun suyunu çıkartmaya karar vermiş üçüncü oyunda. Daha önce haberlerde de iletmiştim, oldukça kalabalık ve (çoğunlukla) ikinci sınıf olmayan bir kadrosu var Red Alert 3’ün oyuncu açısından. Eski Playboy kapak kızlarından bayan kafes güreşçisine, dizi yıldızlarından deneyimli aktörlere, oyunu bir yana bırakıp ara sahnelerini izleyesim geliyor, oyun olarak değil de film olarak piyasaya çıksaydı çok başarılı bir B-Movie olurdu bundan hiç şüphem yok.

Red Alert, Command & Conquer ana serisi altındaki en renkli oyun olmuştur her zaman için. Tiberium serisi daha ciddi ve bilim kurgusal takılırken, Generals tamamen gerçekçi gider. Ancak Red Alert’ın kendine has bir tonu olmuştur, steampunk, bilim kurgu, alternatif gelecek ne derseniz deyin asla tam karşılığını bulamazsınız. Zaman yolculuğu kullanarak uzay-zaman sürekliliğini bozmak sureti ile yaratılan saçma senaryolar ve onlara eşlik eden yapay ve bilinçli kötü oyunculuk taşan gerçek çekimler Red Alert denince akla gelenler ve bu oyunda öncekilerin yaklaşık beş katı yoğunlukta var hepsi. Sonuç olarak elimizde üç “Campaign” bulunuyor, Müttefikler (Allies), Sovyetler Birliği (Soviet Union) ve aramıza yeni katılan “Empire of the Rising Sun”, yani bugüne kadar popüler medya ve ortamlarda geçen her türlü Japon ve uzak doğu klişesi ile ordusunu donatmış bir Japonya.



Yukarıda bahsettiğim dönüşebilen mecha robotlar var, oldukça da büyükler, sonra herhangi bir şeye dönüşmeyen samuray robotlar var, ileri teknoloji kullanan Ninjalar, zırhlara bürünmüş mühendisler ve evet, etek giyen bir liseli Japon kız, Akira gibi mental güçlerini kullanıyor. Ancak diğer iki tarafın ordusunu görünce çok da garip kaçmıyor bunlar. Müttefikler ve Sovyetlerin de saçma birlikler ve komik teknolojiler alanında gösterecekleri var. Düşmanlarını böcek boyutuna küçülten helikopterler, smokinli ajanlar, zırhlı zeplinler ve taş gibi komando hatunlar. Red Alert için gerçek zamanlı strateji dendiğini hepiniz biliyorsunuzdur, ancak Red Alert 3 için yeni bir tür demek yanlış olmaz, hatun tabanlı strateji (hatun zamanlı strateji diyenler de var). Haliyle oyun içi ekran görüntüleri yerine çok daha fazla önem ve zaman (ve de para) harcandığı belli olan oyunun hatunlarına ağırlık veriyorum ben de incelememde. İstediğin bu değil miydi yoksa EA?

Neyse efenim, oyunumuza dönelim artık. Red Alert 3, baştan sona tamamen co-op düşünülerek tasarlanmış tek oyunculu harekatlara sahip. Bu hem Red Alert için hem de RTS türü için bir ilk. Bütün görev ve senaryolar aslında öyle ya da böyle co-op oynanıyor. Tek başınıza internete bağlanmadan başka bir arkadaşınızı davet etmezseniz yapay zeka sizin yanınızda savaşıyor çünkü. Her iki durumda da siz kendi üssünüz ve askerleriniz ile ilgileniyorsunuz müttefikiniz de kendisininkiler ile. Eğer başka bir insan ile yan yana oynuyorsanız oyun içinde sesli sohbet ve harita üzerinde işaretler bırakma olanağınız var. Bilgisayarın atadığı bir müttefik ile oynuyorsanız (ki her bölümün başında bunun kim olacağını seçebilirsiniz) onlara çeşitli emirler verebiliyorsunuz, bir bölgeyi ele geçirmelerini veya belirli bir hedefe saldırmalarını söyleyebiliyorsunuz. Açıkçası oyunun en çok beğendiğim yönü bu olmuş. Hem normal co-op olarak hem de yapay zeka ile birlikte oynamak çok zevkli gerçekten, ve oldukça da işlevli. İşinizi kolaylaştırıyor, görevleri kısaltabiliyor, basitçe klasik bir RTS’de varolan güçlerinizi ikiye katlıyorsunuz. Tek sinir bozucu olan şey oyunun sürekli olarak online hizmete bağlanmaya çalışması ve her bölümün başında “co-op ister misiniz?” diye sorması. Bunlar için baştan bir seçenek olsa güzel olurdu (veya var ve ben görmedim, o zaman daha görünür bir yere koysunlar kardeşim).



Red Alert 3’ün harita grafiklerini iki farklı bölümde incelememiz gerekiyor, kara ve deniz. Oyunda neredeyse artık kara, deniz ve hava kuvvetleri arasında bir fark kalmamış. Ünitelerin %70 kadarı amfibik, yani hem kara hem de suda gidiyor veya hem hava hem de karada gidiyor. Bu bir yandan çok daha geniş bir taktik ve stratejik plan seçeneği demek ama bir yandan da işin hiç esprisi kalmamış, fazla suyu çıkmış. Ki bu deyimi tam anlamıyla su ve deniz görsellerinde görmek mümkün. Evet, kabul ediyorum, deniz tasarımları, yüzeyler ve efektler, suyun derinlik detayı mükemmel olmuş, ama ya çok mükemmel olmuş ve kara bunun yanında sırıtıyor ya da karaya o kadar önem vermek akıllarına gelmemiş. Haritaların neredeyse hepsinde öyle ya da böyle bir su parçası var. Denizaltılar, yunuslar, uçak gemileri ve savaş gemileri gibi üniteler yapabiliyoruz her zamanki gibi. Ama dediğim gibi kara ve deniz savaşı arasındaki sınır çizgisi oldukça silik kalıyor. Gemiler bir taraflarından ayaklar çıkartıp karaya girebiliyor veya kuru zemine çıkıyor bir şekilde, bazı kara üniteleri de suya girebiliyor. Önceki C&C oyunlarında olmayan yeni bir boyut kazandırmış oyuna ancak bunu biraz abartmışlar. Hatta bir yanım şüphe içinde, acaba yapımcılar sırf şahane su efektlerini ve fizik motorunun deniz kısmını gösterip hava atmak için mi bu kadar çok abanmışlar diye.

Red Alert 3 eğlenceli bir oyun ve eğlenceli olması için yapılmış, ancak önceki oyunların teknik kalitesine sahip değil. Ünitelerin yön bulma işi yine sıkıntılı olmuş, alakasız yerlere gidebiliyorlar, yönlendirdiğiniz yere gitmek yerine alakasız bir yerde takılıp kalıyorlar. Bunca yıldan sonra bu tür teknik alanlarda gelişme görmeyi umuyordum ama eski tas eski hamam. Animasyonlar da doğrusu pek iç açıcı değil. Amfibik ünitelerin ve su ile karanın tümleşik kullanımı grafik ve animasyon hataları ile yön bulma sorunlarını iyice köklemiş. Geçişlerde sorun yaşanıyor. Mesela sudan karaya geçen bir ünite bu geçişi tam zamanında yapamayabiliyor, karada yüzen üniteler görebiliyorsunuz. Oyunun grafiklerindeki renk seçimi de doğrusu rahatsız edici, en azından benim için. Oyunda ciddiyet yok ama grafikleri tasarlarken bari biraz ciddi olunsaydı. Ünite tasarımları fazla fantastik ve ütopik, Red Alert serisinin gerçek anlamda ilk bilim kurgu öğesi taşıyan oyunu bu zaten. İlk oyun ikinci dünya savaşı, ikinci oyun ise soğuk savaş temalıydı. Bu oyun ise günümüze yakın bir dönem, sadece biraz daha çarpık bir teknolojisi var ve nükleer enerji yok. Ünite tasarımlarında detaylar minimum düzeyde ve özellikle patlama animasyonları hiç iç açıcı değil. En çok sinir olduğum şey ise seçili ünitelerin etrafında beliren sarı çizgi, o kadar kalın, çirkin ve işlevsiz ki, resmen seçilen ünitelerin detaylarını ve dış yüzeylerini iyice kapatsın diye konmuş sanki. Kimileri oyunun cırlak renklerini oyunun geyik teması ile uyumlu bulabilir ama benim için bu devirde görülmemesi gereken düşük bir kalite sergilemekten öteye gidemiyor. Gerçekçilik ve ciddiyet farklı şeylerdir nihayetinde. Çizgi film tarzı grafikler ise git gide daha çok oyunda karşımıza çıkıyor inatla.



Bunların dışında oyunun strateji formülü önceki C&C oyunlarındaki ile neredeyse aynı. İlk oyundan bir önceki oyuna kadar Command & Conquer açısından değişen çok da bir şey olmadı zaten. Hatta açıkçası Red Alert 3 için serinin yeni oyunu demek pek gelmiyor içimden. Daha çok Red Alert 2’nin yeniden yapımı olmuş. Konsept, kıyafetler hatta müzikler bile neredeyse aynı, sadece güncellenmiş biraz. Hell March’ın yeni haline bir şey demiyorum tabii, her daim onu duymaya hazırım. Oynanışa dönelim. Ekonomi kısmı biraz daha hafifletilmiş ancak sanmayın ki rahatsınız. Red Alert 3’te de diğerlerinde olduğu gibi kaynak peşinde koşacaksınız mütemadiyen ve asla yetmeyecek. Formül belli, deli gibi kaynak topla, bir sürü bina yap, bunların bazılarında çeşitli araştırmalar yap ve ordular, donanmalar ve hava filoları üret. Harekat bölümlerinde her zamanki alışılagelmiş ilerleme hissi var, ilk başlarda elinizde ünite ve bina türlerinin sayısı oldukça az, bölümleri geçtikçe yavaş yavaş diğerleri açılıyor ve kullanımınıza giriyor. Anca son göreve geldiğinizde elinizde tüm binalar, silah, teknoloji ve üniteler açık oluyor. Bununla birlikte bazı görevlerin tasarımı sizin oyunu kendiniz için ve kendi istediğiniz şekilde değil de o bölümü kim tasarladıysa onun istediği gibi oynuyorsunuz hissi veriyor. Klasik Red Alert doğrusallığı burada da aynen mevcut. Bir de kamera yakınlığı Red Alert 2 ile neredeyse aynı, yakınlaştırma ve uzaklaştırma var ama çok kısıtlı, bir iki milim yakınlaşıp uzaklaşabiliyor, haliyle ünite ve binaların detaylarını pek göremiyoruz. Günümüz strateji oyunlarını düşününce bu oldukça geri kalıyor teknoloji olarak açıkçası.



Çok oyunculu ve Skirmish modları her zamanki gibi eğlenceli ve insafsız (başından kalkmak zor oluyor her iki taraf için de), hatta ekonominin daha kolay idare edilebilir ve dengeli hale getirilmesi ile Skirmish artık daha hızlı ve şiddetli. Red Alert ustalarının klasik taktiklerinden birisidir, oyunun başında Ore Refinery yaptıktan sonra hem birden fazla kaynak toplama kamyonu yapar hem de birden fazla Refinery yapıp kaynak, yani para toplama işini hızlandırırlar. Red Alert 3 buna izin vermiyor. Kaynaklar etrafa dağılmış patates tarlası şeklinde değil, onun yerine tek bir kaynak yatağı bulunuyor ve bir kaynak yatağına da sadece bir tane Refinery yapabiliyoruz ve onu da sadece bir kamyon kullanabiliyor. Rush sever Red Alert oyuncuları bu oyunda daha farklı taktikler geliştirip kullanmak zorunda. Oyunda kaynak ve güç dengesizliğini önlüyor bu elbette ama rakibinizin dengesini bozup ilk saldırıyı yapabilmek için yine de uğraşmanız gerekecek.

Üç taraf arasındaki denge iyi oturtulmuş, zaten ünitelerin bir kısmı ortak özelliklere sahip. Red Alert 3’ün en devrimsel yanı ünitelerin birincil saldırı yetenekleri yanında birer de ikincil özelliğe sahip olmaları. Sonu “craft” ile biten oyunlardan hatırlayacağınız üzere ünitelerin belirli ve sınırlı sayıda kullanabilecekleri bu ikincil özellikler oyuna hem renk getirmiş, hem de taktik açıdan oyunu güçlendirmiş aynı zamanda da oyundaki mikro yönetim unsurlarını arttırmış. Üç tarafın savaşta odaklandıkları ve güçlü oldukları yönler var. Mesela Ruslar için olay mobilite, her an her yerden çıkabiliyorlar, Bullfrog savaş araçları ile piyade üniteleri bulundukları yerden öteye, aradaki engelleri aşmak için fırlatabiliyorsunuz (nehirlerden, tepelerden veya duvarlardan). Sickle denen araçlar ise hem amfibik hem de belirli bir mesafeyi zıplayarak aşabiliyorlar. Sovyet helikopteri Twinblade ise hemen hemen tüm araçları kaldırıp taşıyabiliyor. Ruslar kısaca her an her yerde düsturu ile savaşıyor.



Japonlar ise daha çok sürpriz öğesini kullanmayı seviyorlar ve ateş gücü ile birlikte samuray kılıçlarına da güveniyorlar. Piyade ünitelerinin neredeyse hepsinde kılıç var, ve düşmana arkadan yaklaşıp tek darbede indirebiliyorlar kılıçlar ile. Senaryo harekatını oynarken ilk başlarda uçaksavar ve deniz tabanlı hava savunması açısından en zayıf olan taraf Japonlar, ama bu sonradan aşılan bir sorun. Dev robot ise dayanıklı ve güçlü bir ünite, düşmanların üzerine koşup onları ezip dağıtmayı seviyor. Müttefikler ise daha çok ateş gücü ve teknolojiye abanmış. Deniz kuvveti ve hava saldırı kuvveti en güçlü olan taraf Müttefikler. Einstein’ın yokluğu Allied güçlerini teknolojiden yoksun kılmamış. Düşmanları donduran veya kibrit kutusu boyuna ufaltan helikopterleri kesinlikle favorim.

Oyunun sunumundan bahsedecek olursak gerçek zamanlı video aktörleri oldukça eğlenmişler çekimleri yaparken, bunu söyleyebiliriz kesinlikle. Hatun tabanlı strateji olarak elbette bol miktarda fetiş üniforma ve gereğinden fazla et göreceksiniz. Bir yerden sonra alışıyor insan. Oyunun müzikleri oyun hakkında en çok sevdiğim şey oldu açıkçası. Öncelikle müzikler için Red Alert ile eş anlamlı hale gelmiş olan Hell March’ın bestecisi Frank Klepacki ile anlaşmış EA, eski şarkıların yenilenmiş halleri ile birlikte bol miktarda gaz şarkı barındırıyor oyun. Bol bol gitar, “distortion” ve davul mevcut. Votka ve Sovyet ayısı temalı Rus marşı ise anlatılmaz yaşanır bir şey.



Red Alert 3, gerçek zamanlı stratejiyi alıp kafasına göre çevirerek ve bol bol sulandırarak önünüze koyan bir oyun. Eğlenceli ama kaliteli değil. Önceki oyunlardan ve genel olarak C&C serisinden pek farklı değil oynanış ve strateji açısından, haliyle eski bir seriyi tekrar hayata geçirme konusunda başarılı. Doğrusu iyi veya kötü bir şey diyemiyorum, çünkü oyun öyle fazla bir değişiklik getirmiyor Red Alert 2’ye, haliyle sevdiğim bir oyun bozulmamış olduğu için seviniyorum, ama bir yandan da kalitenin düşük olması ve işlerin biraz çığrından çıkıp abartılmış olması beni üzenlerden. Fikirlerim her an değişkenlik gösteriyor ama en baskın olanı her ne olursa olsun bu bir Red Alert ve gidip oynamalısın diyor. Hem grafiklerin çok üst kalitede olmaması bir yandan iyi olmuş, düşük sistemlerde de rahatlıkla çalışabiliyor. Ama daha fazlasını isteyenler, yani hem kalite, hem gelişmiş grafikler hem de daha ciddi bir RTS anlayışı isteyenler başka oyunlara baksın, Red Alert 3 onlara göre değil çünkü.

1.3.0
Kullanım Şartları - İletişim - Öner
29 Temmuz 2014 Salı 16:37:01